6 Ocak 2022’de kaybettiğimiz Globalpiyasa.com Yönetim Kurulu Başkanı Kadir Decdeli’nin daha önce GasteArge’de yayınlanmış olan ve çarpıcı tespitler içeren önemli yazısını okurlarımız için yeniden yayınlıyoruz. Bu vesileyle sayın Decdeli’ye Allah’tan rahmet diliyor, tüm sevenlerinin acılarını paylaşıyoruz.
İleri kapitalizmden söz edildiğinde Batı ülkelerinden ve sanayileşmenin sonuçlarından söz edildiğini düşünürüz. Bu kavramın “geri” versiyonundan da prekapitalizm diye söz etme eğilimindeyizdir. Kapitalizmin geri ya da ilkel durumlarından söz etmek “ironik” olurdu… Bu, tek bir paradigmanın içine çelişkili kavramları sokmaktan da beter bir başka durumu; tek bir kavramın içine farklı paradigmaları sokmaya çalışmak anlamına gelirdi…
İlkellik ya da modernlik aslında aynı anlam grubunda, insanın ya da toplumun durumunu doğayla ilişkileri açısından açıklamaya çalışan kavramlar.
Avcılık ve toplayıcılıkla başlayan hayat köleci, feodal ve kapitalist toplum biçimleriyle tarihi şekillendirmiş. İlkelden moderne bir yolculuk bu… İlkel derken, tanımlamaya çalıştığımız bu durumu genellikle küçümseme eğilimindeyizdir. Modern derken ise ulaşmaya çalıştığımız ve içinde olduğumuzda mutlu olacağımız bir durumdan söz etme eğilimi öne çıkar.
Kültür ve inovasyon
İlkel toplumsal formlarda hayatın bir değişmezlik olarak yaşandığı tümlüklü geleneklerden, modern toplumsal formlarda ise kitle kültürü, popüler kültür ya da bunların tamamlayıcısı alt kültürlerden söz edilebilir.
Modern olana eşlik eden kitle kültürü, hayata yön veren temel değerlerin yanı sıra çelişkin gibi görünen değerleri de kapsar. Kitle kültürü içinde birbiri ile çelişir gibi görünen değerler, toplumsal hayatın aşırı rasyonelleşmesinin neden olduğu verimsizliği engellemeye yöneliktir.
Popüler kültür, temel toplumsal değerler etrafında şekillenen kitle kültürünün yeterince egemen olmadığı alanlardaki kültürel formları kapsar. İnovasyon ya da yenileşimcilik kitle kültürünce değil de popüler kültürün özgün formlarınca destekleniyor olmalı…
Modern olan, batı toplumlarındaki durağan hayatın kısıtlayıcı geleneklerinin içindeki yenileştirici ve değiştirici faaliyetlerden doğmuştur.
Bugün Ar-Ge ve inovasyon derken modern olan içinde buluşçu ve yenileşimci sistematik faaliyetlerden söz ediyoruz.
Rekabetçi üstünlüğü olan gelişmiş ülke olabilmek, bir yandan modern insanın yenileşimci potansiyeline, bu potansiyelden beslenen girişimcilik olanaklarına, bilgiyi sanayiye etkili yöntemlerle iletme vizyonuna sahip üniversite alt yapısına, uzun vadeli hedefleri olan ancak riskleri nedeniyle özel sektörün ilgilenmediği Ar-Ge projelerinin kamu destekleriyle yönlendirilmesi ile yakından ilişkilidir.
Teknolojik sıçrama gölgesinde azgelişmişlik
Kapitalizm, batı toplumlarında Hristiyan geleneklerinin ve bu gelenekler çevresinde biçimlenen gündelik hayatın normlarının eleştirisi olarak kendini gösteren modernleşme sürecine eşlik eden, yeni bir toplumsal aşama olarak tanımlanabilir. Bu aşamanın da belirleyici unsuru sermaye temelli yeni üretim biçimidir.
Genellikle ileri kapitalist ülkeleri yenilikçi teknolojik sıçramaları nedeniyle mevcut egemen konumlarını elde etmiş ülkeler olarak görürüz. Bu nedenle diğerlerini yani azgelişmiş ülkeleri sömürgeleştiriyor ve azgelişmiş konumlarının sürekliliğini sağlıyorlardır.
Oysa azgelişmişlik ileri kapitalizm ya da sanayi devrimi öncesindeki toplumlar arası ilişkilerden, metropol ülkenin teknolojik sıçramasından çok daha önceleri bağımlı konumdaki ülke toplumlarının egemen topluma tanıdıkları ticari ayrıcalıklardan, farklı düzeylerdeki toplumsal ilişki biçimlerinden, eşitsizlikçi kültürel karşılaşmalardan kaynaklanmaktadır.
Azgelişmişliğin sebebi; diğer toplumların geçmişteki teknolojik sıçraması değil, diğer başka sebeplerle birlikte, geçmişteki toplumlar arası temasın ileride egemen duruma yükselecek olan topluma sağladığı ayrıcalıklardır. Bu ayrıcalıklar egemen olanın teknolojik sıçramasını tetikleyecek, bir zamanlar eşit durumda olan toplum ise geri kalacak ve bu geri kalış süreklilik kazanacak ve bağımlı durumdaki toplumun yönetsel, ticari, kültürel kurumlarınca içselleştirilecektir.
Azgelişmişliğin tarihinde mutlaka baskılanmış yenilikçi yaklaşımlar, farklılığı arayan girişimler, geleceği biçimlendiren ama kollektifleşme olanağı bulamamış bireysel hayâller vardır. Büyük olasılıkla azgelişmiş toplumların tarihinde tüm bu bireysel girişim, yenilik arayışı ve hayâller geçmişin güçlü iktidarlarınca yok edilmiş ya da bugünün egemenleri olan yabancı ülkelere tanınan ticari ve kültürel ayrıcalıklara kurban edilmiştir.
Azgelişmişliğe karşı modern insanın dönüştürücü potansiyeli…
Tüm bu nedenlerle azgelişmiş ülkelerin yönetici elitleri, azgelişmişlikten daha da gerilere düşmüş, tümüyle sömürgeleştirilmiş bir başka toplumsal yapıya “sürüklenmemek” için yenileşim çabalarına, bireysel tekno girişimlere, tekil olanın desteklendiği ve önemsendiği çoğulcu yaklaşımlara, bireyin tüketici olmanın dışındaki seçenekleri de değerlendirebildiği kültürel formlara, KOBİ’leri destekleyen ve sosyo-ekonomik hayata yenilikçi firmalar olarak katan üniversite–sanayi işbirliği biçimlerine önem vermek zorundadırlar.
Bu yaklaşım çerçevesinde azgelişmişliğin bir süreç olarak eleştirilmesi, yenileşimciliğin de üretim süreçlerinde yer alma ve bu süreci yönlendirme olanağı olan tüketicilerin katkılarıyla hayata aktarılması önemlidir. Bu anlamda yeniliklerle renklendirilmiş bir toplum için, iki önemli düşünür Brecht ve Benjamin’in, anonim kimlik içindeki kitle insanından yola çıkarken modern insanın elastikiyetine güvenmeleri önemlidir. Modern insanın çeşitli kişiliklere bürünerek “durmadan akmayı, devinmeyi becerebilen bir su gibi” graniti aşındıran bir potansiyel taşıdığına inanırlar. Bu potansiyel, hayatın sıradanlığına, eşitsizliğe ve yoksulluğa direnen ve bunları aşkınlama olanaklarını içinde barındıran bir potansiyeldir. Modern insanın bu potansiyelini bugün genç girişimcilerde, start up firmalarda farklı formlar içinde görebiliriz.
Ar-Ge ve inovasyon potansiyeli ile azgelişmişlik sürecinin kesintiye uğratılması ya da…
Bağımlı bir ülkenin azgelişmişliği, egemen olan ülkelerin teknolojik sıçramalarından kaynaklanmamış olabilir, ancak bu azgelişmişliğin kesintiye uğratılmasında modern insanın dönüştürücü ve eskimiş olanı aşındırıcı potansiyelinden kaynaklanacak olan teknolojik sıçrama etkili olacaktır. Bu, bağımlı ülkenin teknolojik sıçramasıdır ve gücünü inovasyon arayışlarından ve ticari sonuçlar doğuracak olan Ar-Ge çalışmalarından alacaktır.
Bu teknolojik sıçramanın destekleyici diğer unsuru, kısa dönemli sonuç üretme olasılığı zor olan ve aynı anda pek çok sektörü dönüştürme olanağına sahip Ar-Ge projelerinin doğrudan devlet fonlarınca desteklenmesidir.
Unutulmamalıdır ki, kendi haline bırakılan “pazar” genellikle kısa vadeli kârlarla ilgilenecek, ülkenin uzun vadede de sürdürülebilir rekabetçi üstünlük kazanmasını sağlayacak ticari sonuçları olan Ar-Ge çalışmaları ihmal edilecektir.
Bu çerçevede rekabetçi üstünlüğü olan gelişmiş ülke olabilmek bir yandan modern insanın yenileşimci potansiyeline, bu potansiyelden beslenen girişimcilik olanaklarına, bilgiyi sanayiye etkili yöntemlerle iletme vizyonuna sahip üniversite altyapısına, uzun vadeli hedefleri olan ancak riskleri nedeniyle özel sektörün ilgilenmediği Ar-Ge projelerinin kamu destekleriyle yönlendirilmesi ile yakından ilişkilidir.