Türkiye-Güney Kore kıyaslaması, yedi düvele karşı kurtuluş mücadelesi vermiş… Yetmemiş, işgale uğrayan çok uzaklardaki bir ülkenin yardım çağrısına evlâtlarının canını ortaya koyarak koşmuş bir ülkenin yurttaşları olarak hepimizi derinden düşündürmeli.
25 Haziran 1950…
Kuzey Kore, Sovyetler Birliği ve Çin’in desteğiyle Güney Kore’yi işgal ediyor…
Bunun üzerine…
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kuzey Kore’ye askerî müdahale kararı alıyor.
Bu çağrıya olumlu cevap veren Türkiye, TBMM’nin 30 Haziran 1950 tarihli oturumunda Güney Kore’ye asker gönderme kararı çıkartıyor ve Genelkurmay Başkanlığı’nca 1 tugay ile 241. Piyade Alayı bu ülkeye görevlendiriliyor.
Böyle bir kararın alınmasının altında yatan en bilinen neden, NATO’ya girme sürecimize katkı sağlamak.
●●●
Askerimiz Kore’de büyük kahramanlıklar sergiliyor…
Kunuri ve Kumyangjang-Ni muharebelerinde destanlar yazıyor…
Çin ordusuna karşı sağlanan başarılar Birleşmiş Milletler kuvvetlerini büyük bir hezimetten kurtarıyor…
Seul savunmasıyla başkentin düşmanın eline geçmesi engelleniyor…
Wegas Muharebesi ile de ateşkes anlaşmasının önü açılıyor…
Nihayet Güney Kore kurtarılıyor.
Bu başarılar eşliğinde 1952 yılında NATO’ya giriyoruz.
Fakat ödediğimiz bedel hayli ağır:
741 askerimiz şehit.
2 bin 147 askerimiz gazi.
234 askerimiz esir.
175 askerimiz ise kayıp.
●●●
Sonraki yıllarımızı hatırlayalım…
1960’ta…
İzlerini hâlâ silemediğimiz 27 Mayıs Darbesi…
1971’de…
12 Mart Muhtırası…
1980’de…
12 Eylül Askeri Darbesi…
İlerleyen yıllarda bir de 28 Şubat garabeti…
Travma üstüne travma…
●●●
Anlattıklarımız arka planda dursun…
Konumuz bu değil!
Biz asıl konumuza dönelim…
Ve “kurtaran-kurtarılan penceresi”nden Güney Kore ile Türkiye’nin bazı temel göstergelerine ilişkin tabloyu dikkatle inceleyelim:
Kaynak: IMF, WEO Database, April, 2017
Bu arada hatırlatalım Türkiye’nin yüzölçümü 783.562 km2.
Güney Kore’nin yüzölçümü ise 100.210 km2.
Görüldüğü gibi rakamlar 1980’lere kadar önde olduğumuzu net bir biçimde ortaya koyuyor.
80’lerden itibaren tel tel dökülüyoruz…
Geçen yılın rakamları aradaki uçurumu özetliyor:
2020’de Güney Kore’nin Gayri Safi Yurtiçi Hasılası 2.011 milyar dolar, Türkiye’ninki 717 milyar dolar.
Yani onlarınki 2 trilyon 11 milyar dolar, bizimki neredeyse üçte biri kadar.
Kişi başına düşen milli gelir; onlarınki 47 bin 134 dolar, bizimki 8 bin 599 dolar.
İşsizlik oranı; onlarınki yüzde 3,3, bizimki yüzde 13,2.
Yüzde 30’ların üzerine doğru hızla tırmanan genç işsizliği sorunumuz ise zaten ayrı bir problem.
●●●
Detaya indikçe içimiz acıyor…
Son bir veri daha ekleyelim…
Güney Kore’nin başta Samsung olmak üzere dünyanın en bilinen markaları arasına girmeyi başarmış Hyundai, Kia, LG, Hankook vb. gibi çok sayıda “dünya markası” varken biz “nal topluyoruz…”
●●●
Hâlbuki bu tablo…
Yedi düvele karşı kurtuluş mücadelesi vermiş…
Yetmemiş…
İşgale uğrayan çok uzaklardaki bir ülkenin yardım çağrısına evlâtlarının canını ortaya koyarak koşmuş bir ülkenin yurttaşları olarak hepimizi derinden düşündürmeli:
Onlar neyi, nasıl yapıyor da giderek zenginleşiyor?
Biz nerede hata yapıyor ve yerimizde sayıyoruz?
Bu sorulara “üzüm yeme” isteğiyle cevap aramak ve el ele çözüme odaklanmak yerine…
Hâlâ…
Yeni bir anayasa yapalım mı, yapmayalım mı?
Siyasi Partiler Kanunu’nu değiştirelim mi, değiştirmeyelim mi?
Seçim Kanunumuz temsilde adaleti mi gözetsin, yönetimde istikrarı mı?
Eğitim sistemimizi öyle mi yapılandıralım, böyle mi?
YÖK akademinin ruhuna uygun mu, ters mi?
Liyakati öne çıkaralım mı, boş mu verelim?
Görevini kötüye kullanan herhangi biri senden mi, benden mi?
Nevzuhur bildirilerden medet umulur mu, umulmaz mı?
Zarf da mazruf kadar önemli mi, değil mi?
Şeklinde, sayıları her geçen gün daha da artan tartışmalarla enerjimizi heba ediyoruz…
“Az gidiyoruz, uz gidiyoruz” bir de dönüp arkamıza -karşılaştırmalı olarak- bakıyoruz ki, gide gide sadece “bir arpa boyu” yol gidebilmişiz.
●●●
“Kurtaran” ve “kurtarılan” iki ülkenin…
Türkiye ile Güney Kore’nin kıyaslanması üzerinden kırk, elli yılına bizzat şahit olduğumuz dramatik bir serüven bu.
Yazık.
Dijital çağın tam anlamıyla başladığı bugünlerde…
Çocuklarımıza ne diyeceğini bilemiyor insan!
●●●
Neyse…
Yazı da burada bitti.
Sadece yazı olsa iyi, ömrümüz bitti.
Mehmet Yücel