Büyüyoruz elbette… Ama bunu “irileşmeden” farklılaştırarak sağlıklı bir gelişme zeminine oturtamıyoruz. Üstüne üstlük bir de diğer ülkeler boş durmayınca “yerimizde sayıyoruz” diyebilmekten bile adım adım uzaklaşıyoruz.
“İletişimdeki tek ve en büyük sorun, iletişimin sağlandığını sanmamızdır.”
George Bernard Shaw böyle söylüyor…
●●●
Bir duvarcı ustası eni, boyu, yüksekliği belli olan tuğlalardan bir günde kaç tane kullanırsa kaç metrekare duvar örebileceğini öngörebilir…
İletişim buna benzer bir şey değil.
Çünkü konuşurken, yazarken sözcükleri kullanıyoruz.
Meramımızı, kaç sözcükle anlatabileceğimizin kesin bir ölçüsü yok.
Neyi, ne kadar ve nasıl söylersek söyleyelim, sözcüklerimize bambaşka anlamlar yükleniyor olabilir…
Sonuç, hiç ummadığımız bir biçimde kastımızdan farklı bir noktaya kayabilir…
Buna iletişimde anlam kaybı ya da entropi diyoruz.
●●●
Tarafların sosyoekonomik ve sosyokültürel koşullarındaki farklılıktan kaynaklanan bu durumu sona erdirebilecek sihirli bir değneğe de sahip değiliz.
Bi düşünelim…
Meselâ…
Demokrasi dediğimizde ne anlıyoruz?
Hak…
Hukuk…
Adalet…
Eşitlik…
Siyaset…
Parti…
Seçim…
Seçmen…
İktidar…
Muhalefet…
Ehliyet…
Liyâkat…
Erdem…
Kalkınma…
Refah…
Çoğulculuk…
Katılım…
Devlet…
Birey…
Toplum…
Bilim…
Teknoloji…
Üretim…
Yerel…
Evrensel dendiğinde ne anlıyoruz?
Kavramlara yüklediğimiz anlamlar neler?
Ve…
Tanımlarımız ne kadar ortak?
●●●
Görünen o ki…
150 yıllık bir kapitalist gecikme sonucunda mahrum kaldığımız tüm “nimetlere” maliyetsiz, zahmetsiz ve hemen ulaşmak istiyoruz…
İkbâle giden en kestirme yolu “keşfedebilmek” için her şeyi ama her şeyi hoyratça “tüketiyoruz…”
“Amaca giden her yol mübah” anlayışına her geçen gün daha fazla teslim oluyoruz…
Ama bazı temel göstergeler dünden bugüne “ben buradayım” diyor…
Alın bir örnek…
Ülkemizin yüksek katma değerli teknolojik ürünlerinin gayri safi millî hasıla içindeki payı 20 yıl önce de yüzde 2’ler düzeyindeymiş… Bugün de hâlâ aynı seviyelerde.
Teknolojik ürünlerimizle geleneksel ürünlerimizi kıyasladığımızda ekonomimiz içindeki paylarının değişmediğini görüyoruz.
Yine…
2004’te dünyanın en büyük 17. ekonomisine sahipken, 2019 itibarı ile 20. sıraya geriliyoruz.
Pandeminin etkilerini ise önümüzdeki dönemlerde daha net olarak görebileceğiz.
Gelir dağılımında dar ve sabit gelirliler aleyhine giderek artan bozulmayı ayrıntılarıyla vurgulamamıza gerek yok… Bunu herkes işinde, evinde, cebinde hissediyor…
Büyüyoruz elbette… Ama bunu “irileşmeden” farklılaştırarak sağlıklı bir gelişme zeminine oturtamıyoruz.
Üstüne üstlük bir de diğer ülkeler boş durmayınca “yerimizde sayıyoruz” diyebilmekten bile adım adım uzaklaşıyoruz.
●●●
“Muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkmanın” ya da kendimize lâyık gördüğümüz muhayyel “değer”i hak edebilmemizin yolu öncelikle birbirimizi ve kavramları “doğru” anlamaktan geçiyor.
İnsanlığın evrensel değerleriyle örtüşen “ortak bir dil” kurmadan bu “yolculuğu” sürdürmek zor.
Pırıl pırıl bir geleceğe sadece kişilerle değil, kurallarla yürüyebiliriz…
Kuralları anlamlı kılan da kavramlar!
Mehmet Yücel